22 Ağustos 2015 Cumartesi

Butch lezbiyenler ve barış siyaseti;

HDP’nin seçimlere barajı geçme hedefiyle girmesi ve % 13’le geçmiş olması, AKP ve destekçilerinin temel siyasi hatlarını belirlemeye devam ediyor. HDP’nin önceki politikalarının devamı olarak LGBTİ haklarını seçim bildirgesinde gündemine alması ve LGBTİ hakları aktivisti olan Barış Sulu’yu milletvekili adayı göstermesi, bu tartışmalarda LGBTİ’lere yönelik bakış açılarının da bir bir ortaya çıkmasına neden oldu. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan HDP’nin seçim beyannamesinde 9 defa LGBTİ kavramının geçmesini eleştirmek için “8 defa Kürt geçiyor beyannamelerinde, 9 defa da lezbiyenler falan geçiyor. Türkiye toplumu bu mudur?” demişti. Metinde lezbiyen kelimesi geçmemesine rağmen Akdoğan’ın bu kelimeyi tercih etmesini lezbiyenliği siyasetin dışında bir kavram olarak görmesine bağlamıştık. Şimdi de Suheyb Öğüt “Butch Lezbiyenler ve HDPKK” başlıklı yazısıyla bize yeniden ataerkil bakış açısını analiz etme imkanı sundu.
Yazarın, iki dönemdir mecliste olan ve son seçimde barajı geçmesini sağlayacak bir seçmen kitlesine hitap eden, mücadelesini şiddetsizlik ve barış üzerine kurmuş, bunun yollarını arayan bir siyasi partiyi karalamak için sosyal medya trollerinde gördüğümüz HDPKK ifadesini kullanmış olması, dergilerde, gazetelerde yazan çizen başka insanlarda da gördüğümüz için bir ilk değilse de, şaşırtıcılığını koruyan bir durum. Bu ifadeyle genel anlamda Kürt hareketini kastettiğini varsayıp yazının ana tartışma konularına bakalım.

Öğüt; yazısını butch-femme ilişkisi üzerine kurmuş. Ülkemizde yaygın bir butch lezbiyenlik, femme lezbiyenlik tartışmasından bahsedemeyiz, ama evet, bu kavramlar dünyada da, Türkiye’de de lezbiyenler arasında var olan kavramlar. Bu kelimeleri tarif ederek belli tanımlara sıkıştırmak istemiyorum, ama ilk defa duyanlar için butch erkeksi lezbiyen, femme de kadınsı lezbiyen anlamına geliyor diyebiliriz. Bu kavramlar kimsenin bir insana dışarıdan işaret etmek için kullanabileceği kavramlar değil, kişinin kendisi için kullanabileceği kavramlar. Kendisine butch demeyen birine “hayır sen butch’sun” demek, “butch da şöyle şöyle davranan, yaşayan kişidir” demek o kişinin iradesini yok saymak anlamına gelir. Bazı lezbiyenler kendilerine butch diyorlar, bu kavramı çok farklı şekillerde algılıyor ve yaşıyorlar.
LGBTİ mücadele deneyimlerinin ürettiği en önemli değerlerden birisi, insanların cinsellikleri, cinsiyet kimlikleri, yönelimleri, arzuları, vs. hakkında onlar adına konuşmama, başkalarının cinselliklerini, cinsiyetlerini tanımlamama değeri bana göre. Araba tekeri değiştiren bir kadın erkeksidir, maniküre giden bir erkek kadınsıdır, araba tekeri değiştirmek güçlülüğe ve cinsellikte hükmeden taraf olmaya işaret eder, maniküre gitmek bedenine özen gösterdiğin için kendini güç gösteren birine sunma ihtiyacı demektir, gibi tarifler üretme ihtiyacımız dünyayı cinsiyet rolleri ve aralarında mutlak olduğu varsayılan iktidar ilişkisi üzerinden okumaya dair alışkanlığımızdan kaynaklanıyor.
Yazı ataerkil bakış açısına göre yapılmış bu butch tarifi üzerine kurulu. Öğüt diyor ki, butch lezbiyen dışarıdan maço bir erkek gibi görünür, ama cinsellikte doğal bir organı olmadığı için bir erkek gibi zevk alamaz, amacı femme kadına zevk vermektir, “dolayısıyla butchlar o maço görüntülerinin aksine, söz dinleyen cici kızlardır”. Bu mantık yürütme şekli tam bir ataerkil düğüm. Kadınların erkekler karşısında mevcut toplum içindeki konumunu mutlak alan, bu konumu da erkeklerin bedenlerindeki bir organdan geldiği varsayılan bir güce bağlayan ataerkil düşüncenin en temel hali aslında. Feminizm cinselliğin bir iktidar alanı olduğunu ifade ettiğinde bu düşünce tarzını çözümlüyordu, bu düşünce tarzının değişmez doğruluğunu savunmuyordu. Cinselliği hükmeden-söz dinleyen ikiliği içinde hapsedip hayattaki rollerimizin de cinsel alandaki rollerimizden geldiğini söylemek, cinselliğin kendisine dair bir analiz değil. Aksine feminizm, cinselliğin ataerkil bir söylemle kuşatılarak eril iktidarın yeniden üretildiği bir alan haline getirilmesini eleştiriyor. Zihin dünyamızın tarihsel birikimindeki bütün yüklere, karmaşalara, iktidar kavgalarına rağmen cinsellik her zaman bu ataerkil tariften daha fazlası olageldi. Dünyada cinsellikle ilgili konuşan, yazan, çizen insanlara kulak verdiğimizde, ama bagajımızla birlikte değil, gerçekten anlamak için kulak verdiğimizde, cinselliğin her zaman ataerkil sınırları aştığını, aşındırdığını görüyoruz. Örneğin, tarih içinde tek tek insanlar, toplumda egemen olan cinsellik söylemlerine boyun eğmiş olsalardı, herhalde hiç kimse kendi cinsiyetinden birisini arzulayabileceğini fark bile edemezdi. Yazıda ana tema olarak ele alınmış butch-femme ilişkisinin varlığı da aslında yaşanan cinselliğin sınırlarının toplum normlarıyla çizilemediğinin bir kanıtı aslında.
Bu yazı vesilesiyle yıllar önce okuduğum bir makale geldi aklıma. 1950’li yılların Amerikası’nda kendi tarifleriyle butch-femme ilişkisi yaşayan kadınlarla yapılan bir sözlü tarih çalışması idi. Tıpkı bu yazıdaki gibi butch-femme ilişkisinini dışarıdan geleneksel heteroseksüel kadın-erkek ilişkisi gibi görünürken, ilişki dinamiklerinde femme tarafın geleneksel heteroseksüel ilişkilerdeki gibi ezilen bir rolde olmadığını, arzularının önemsendiğini, beklentilerinin dikkate alındığını söylüyordu makale. Öğüt’ün ataerkil mantık akışından farklı olarak durumu bir “doğal organ” eksikliğine dayandırmıyor, butch’ların ilişkide ezilen/söz dinleyen taraf olduğunu iddia etmiyordu. Feminist bir araştırma yöntemi kullanarak kadınlarla yapılan görüşmeleri aktaran, onların deneyimlerinin bilinir kılınmasına aracılık yapan bir makaleydi. Cinselliğin ataerkil söylemle dışardan bakılarak anlaşılabileceğinden çok daha fazlası olduğunu anlatıyordu. Toplumlarda o tarihlerden sonra cinsel özgürlük, feminizm gibi akımlar daha da geliştiği için, artık butch veya femme’le ilgili nereye baksanız, insanların çok çeşitli tarifler yaptığını, yaşamlarının ve cinselliklerinin boğucu iktidar ilişkileri içerisine sığmadığını ve onu aşındırdığını görebilirsiniz.
Her ne kadar Öğüt’ün yazısının ana teması butch-femme ilişkisi olsa da, bunu Kürt hareketine dair gözlemlerini açıklamak için kullanıyor. Kürt hareketinin maço bir erkek gibi görünüp, aslında söz dinleyen bir cici kız olduğunu, “Büyük Öteki'nin (Sekülerizm, İsrail, Kemalizm) keyfine hizmet etmek için hayatından bile feragat eden zavallı bir köle” olduğunu söylüyor. Büyük Öteki’nin tam olarak kim olduğundan, Kürt hareketinin bu kesimlere ne gibi somut konularda hizmet ettiğinden bahsetmiyor yazı. Dolayısıyla yazının butch-femme ilişkisine dair ne söylediğini net anladıysam da, bu Büyük Öteki mevzusunu pek çözemedim. Ama yazının lezbiyenlerle ilgili bölümü nedeniyle hatırladığım Yalçın Akdoğan demecinin diğer kısmı aklıma geldi: “HDP, seçim beyannamesinde, 'Din dersini kaldıracağım, Diyaneti kaldıracağım, şunu kaldıracağım, bunu kaldıracağım' diyor. Bunu CHP diyordu yıllardır. Kürtlerin CHP'si.” Böyle demişti Akdoğan. Demecinin amacı HDP’ye oy vermeyi düşünen inançlı insanların gözünde HDP’yi kötülemekti. Ezilenlerin partisi iddiasıyla ortaya çıkmış bir partiyi kendi sorunlarının çözümüne dair güvenilir bulmuş insanlara, HDP’nin başka ezilen kesimlerle ilgili politikalarını gösterip tam bir böl-yönet politikası güdüyordu yani. Herhalde Öğüt’ün yazısı da benzer bir saikle ele alınmış diye düşündüm. Farkı, lezbiyenliğin bu sefer Kürt hareketini “cici kız” olarak gösterip aşağılamak üzere kullanılmış olması.
Genel seçim çalışmaları, Dolmabahçe mutabakatı, Erdoğan’ın tavrı ve seçim sonrasında içine düştüğümüz savaş durumunu düşündüğümde, şiddet siyaseti yürüten bakış açısıyla butch-femme ilişkisine bakıp butch’dan köle çıkaran bakış açısının birbirine ne kadar paralel olduğunu hissettim. Cinselliğe ikili iktidar ilişkilerinin dar alanından bakmak, bunları mutlak doğrular kabul etmek, erkek olmanın güçlü olmak ve korku yaymak olduğunu, kadınlığın erkeğe ve onun korumasına muhtaç olduğunu düşünmek, siyaseti de benzer yöntemlerle yapma sonucunu doğuruyor.
AKP ve hangi politikayı güderse gütsün sekmeden onu savunan köşe yazarları, George Orwell’in 1984’ündeki gibi bir günde değişen siyasetlere göz bile kırpmadan ayak uydurduğunda, şiddet politikası ile barış politikası arasındaki çok temel bir fark gözümün önünde belirdi. Şiddet politikası çıkarlar örtüştüğü sürece kurulan ittifaklara dayanıyorken, barış politikası çıkar nedeniyle değil, etik nedenlerle barış istemeye dayanıyor. Çözüm sürecinde Tayyip Erdoğan’ın büyük bir lider olduğu için Türkiye halklarını barışa ikna ettiği konuşuluyordu. Gerçekten de Kürtlere yönelik nefret siyaseti güden birçok çevre barış konuşmaları yapmaya başlamıştı. AKP etik gerekçelerle değil, güç ve şiddet siyasetinde bir denge unsuru olarak barışı gündemleştirmiş olduğundan, iktidarındaki bir zayıflama nedeniyle bir günde, köşe yazarlarıyla birlikte siyasetini değiştirdi. Çözüm sürecinde “AKP ile barış mı olur” diye eleştiriler yapan, siyasetini AKP karşıtlığı üzerinden kurmuş olan kesimler, HDP AKP’yi eleştirince, HDP’yle yakınlaştılar ve şimdi ülkemizde farklı toplumsal gruplar barış siyaseti gütmeye başladı. Tabii ki, “HDP şimdi böyle diyor, ama onlara güvenmiyorum, meclise girince AKP ile müttefik olur onlar” diyenler de vardı. Güvensizlikleri şaşırtıcı değil, siyasetin şiddete dayalı ittifaklarla üretildiği ataerkil bir ortamda herkesin her an kendi çıkarı için bir günde politika değiştirebileceğini düşünüyor insanlar, bu doğal bir sonuç. Tüm bu tabloya baktığımda, barışın siyaseten istenebilir bir durum olduğu fikrinin yaygınlaşıyor olmasına güveniyorum. Siyasetçiler çoğunlukla kendi çıkarlarına göre barış ve savaş diyorlar, evet, ama bir fikir olarak barışın halkın gündemine girmiş olması, hep bahsedilen yeni siyasetin buradan filizleneceğine dair umudumu artırıyor.
Nereden nereye değil mi? “Butch lezbiyenler ve HDPKK” başlıklı bir yazıdan ataerkil siyaset biçimi ile barış siyaseti arasındaki farka geldik. Önceden biri bana “bir yazıda hem butch lezbiyenleri hem de barışı aynı anda savunacaksın” dese, nasıl bir bağlantı olacağını tahayyül edemezdim. Ama düşünüyorum da, hiç şaşırtıcı değil. Ataerkil zihniyet dediğimiz şey sadece kadınları ezen bir sistem oluşturmuyor, güç ve şiddet siyaseti de bu temelden besleniyor. Dolayısıyla tam da bu noktada feminist harekete ve LGBTİ hareketine hitap etmek isterim. Savaşlarda, evet, militarizm ve erkeklik güçlendikçe şiddetin hedefine bizler konuyoruz. Ama barışı savunma gerekçemiz savaşlarda bize yönelik şiddetin artması olmamalı. Savaşa ataerkil siyasetin merkezi hattı olduğu için, yaralanan, yaşamını yitiren kim olursa olsun karşı çıkmalıyız. “Bizden”, “onlardan” siyaseti yapmamalı, barışı bütünlüklü bir şekilde ilkesel olarak ele almalıyız.

''KaosGL''


6 Temmuz 2015 Pazartesi

LGBT ONUR YÜRÜYÜŞÜ(VİDEO);



1lovelesbian.blogspot.com iyi seyirler diler.




15 Nisan 2015 Çarşamba

Eşcinsellik nedir?

                                                                                                

Eşcinsel çifti arabasından atan taksi şoförü tutuklandı!

ABD’de eşcinsel bir çifti öpüştükleri için arabasından atan taksi şoförü tutuklandı.

ABD’nin Chicago kentinde eşcinsel bir çift, öpüştükleri için taksi şoförü tarafından otoyolun ortasında bırakıldı.
 

İlk olarak şoför, çiftin kendisine saldırdığı iddiasıyla polise ihbarda bulundu. Çiftin olayı polise bildirmesinin ardından şoför yakalandı. Taksi şoförü, “ağır ceza gerektiren müessir fiil” işlemekle suçlanıyor. 

“İstediğim kişiyi öpebilmem gerek”
 
İlk buluşmalarının ardından ayrımcılığa maruz kalan çiftten Seth Day, “İstediğim kişiyi öpebilmem gerek. Öptüğüm kişi bir kadın olsaydı, hiç sorun yaşanmayacaktı,” dedi.
 
Şoförün Uber adlı ulaşım ağı uygulamasını kullanması üzerine şirket bir açıklama yaparak bu durumun kabul edilemez olduğunu belirtti. Şirket ayrıca, şoförün davranışının eyaletteki ayrımcılık karşıtı yasaya ve şirketin sıfır tolerans ayrımcılık politikasına aykırı olduğunu söyledi.
 
Benzer bir olay 2011 yılında New York’ta yaşanmıştı. Mahkeme, müşterisi olan lezbiyen çifte öpüşmemelerini söyleyen taksi şoförünün çifte 15.000 dolar para cezası ödemesi gerektiğine hükmetmişti. 



30 Mart 2015 Pazartesi

Ayılar ve ayıseverler İstanbul’da buluşuyor;

İstanbul Ayıları’nın düzenlediği İstanbul Uluslararası Ayı Festivali’nin ilkbahar ayağı 2-5 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek.

Balkanlar, Doğu Avrupa ve Orta Doğu’nun en büyük ayı-ayısever buluşması olan festivale erken gelenler için Cumartesi akşamı festivalin resmî buluşma noktası Pençe Bar’da bir ısınma partisi düzenlendi.
 
Festival boyunca her gece 21:00-04:00 saatleri arasında Pençe Bar’da yapılacak partiler ücretsiz olacak.
 

Tekne ve hamam partilerinin de düzenleneceği festivalin paketlerine ve ayrıntılı programınawww.istanbulbear.org adresinden ulaşabilirsiniz.

28 Şubat 2015 Cumartesi

Sıkıcı bir protesto, statükoyu pekiştirmenin en büyük aracıdır.

“Hafızanın kendisi de sizi tarihle geleneksel ilişkilere girmeye zorlayan oldukça muhafazakâr bir güç haline gelebilir. Hafızanın çoğu zaman ulus inşasında kullanıldığını da es geçmeyelim, ‘biz buyuz, tarihimiz bu, bu olayı hatırlayalım’ gibi...”












Queer kuramcısı Jack Halberstam, 9. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma için Ankara’daydı. Sel Yayıncılık’ın Türkçe’ye kazandırdığı “Çuvallamanın Queer Sanatı” kitabının yazarı ile yeni direniş biçimlerinden unutmanın güzelliklerine farklı düşünme üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
 
Halberstam, akademik dilin karmaşıklığını bir kenara bırakıp sadede gelmek isteyenler için bulunmaz bir nimet. Yükseklerden uçmayı bırakıp kendimizi “alçak teori”ye bırakıyoruz şimdi. Son bir uyarı: Bizi ciddiye almayın!
 
Şen şakrak yeni protestolar
 
Kafayı yeni eylem biçimlerine takmış bir akademisyeni bulunca ister istemez Gezi direnişiyle başlıyoruz. “Gezi Parkı’nda gördüğümüz, farklı bir protesto türüydü. Bir yandan aktivizmin eski muhafızları ve hükümet tarafından sindirilmesi çok kolaydı ama öte yandan da bu yenilik protestoları eğlenceli ve ilginç kılarak pek çok genci sokağa çıkarmada etkili oldu. Yeni protesto biçimlerinde şen şakrak olma hali en büyük yapı taşlarından biri,” diyor.
 
Yine de bu şen şakraklık kimilerine yeterince “ağır” gelmedi. Mahalle forumları siyasi harekete dönüşmedi, hükümet geri adım atmadı dendi. Gezi başarısız mı olmuştu yani?
 
“Bir şeyin başarılı olup olmadığı sorusu pek çok açıdan yanlış bir soru. Çünkü bana göre böylesi bir protesto asla bir başarısızlık olarak değerlendirilemez. Çok belirgin taleplerle yola çıkmadınız, hükümetle alay etmek, sistemin aczini göstermek istediniz; finans sektöründe süregelen adaletsizliklere dikkat çektiniz. Yani bunların hiçbiri bir başarısızlık olarak görülemez. Gezi’nin gerçekleşmesi başlı başına devasa, inanılmaz, olay bir şeydi.”
 
“Belli anarşi biçimleri için doğru andayız”
 
Soma faciasının da Gezicilerin haklı olduğunu gösterdiğini vurguluyor Halberstam: “Bir siyasi parti liderinin göstericilere uyguladığı şiddet görüntüleri televizyondaysa tüm hükümet yapısı en temel tahakküm biçimine düşmüş demektir. Bir insan kalkmış başka birini fiziksel olarak baskı altında tutmaya çalışıyor. Bana kalırsa gerçek başarısızlık protestocularda değil, hükümette. Soma’nın ardından Gezi’deki atmosferin yerini ciddiyete bıraktığı doğru ama bence çok ciddi meselelerle uğraşırken bile daha eğlenceli ve çılgın bir enerjiyi elden bırakmamak önemli.”
 
Halberstam, Gezi’nin mevcut siyasi sistemin aczini gösterirken bu aczden nemalanarak yeni bir seçenekler kümesi sunmadığını söylüyor ve Gezi’nin açtığı kapının önemine dikkat çekiyor:
 
“Kişisel olarak, belli anarşi biçimleri için doğru anda olduğumuza inanıyorum. Çünkü hem anaakım politika, hem de geleneksel protesto bir elmanın iki yarısı. Geleneksel protestoya izin verilmesi liberal bir atmosferde yaşadığınız hissini veriyor ama aslında bu sadece biyoiktidarın farklı bir biçimi. Bence son 5 yılda reddetme ve öfkeyi hayal gücü daha yüksek yollarla ifade etmenin gerekli olduğu açıklık kazandı.”  
 
“Daha fazla polise ihtiyacımız yok”
 
“Gaga Feminizmi” başlıklı konuşmasını Kaos GL’nin Facebook sayfasında duyurmamızın ardından kendisinin feminizmin suyunu çıkardığı yönündeki eleştiri yorumlarından bahsediyorum Halberstam’e. Feminizmin şaka kaldırmayacak kadar ciddi bir mesele olarak ele alınmasının süregiden bir sorun olduğundan dem vuruyor.
 
“O tür feministler, politikanın nasıl yapılacağını dayatan yeni polisler haline geldi. Daha fazla polise ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olan, protesto kültürünü hayal gücü daha yüksek biçimlerde düşünmek.” 
 

Hayal gücüne bu kadar vurgu yapan Halberstam, bir protestonun olması gerek son şeyin sıkıcı olmak olduğunu söylüyor: “Şunu bir düşünün: Sıkıcı bir protesto statükoyu pekiştirmenin en büyük aracıdır. Protesto sıkıcıysa, insanlar niye kalkıp gelsinler ki? Aynı sloganları atıp aynı pankartları taşıdığımız bir başka protestoya gitmeyi düşünemiyorum. Gülünç!”

20 Şubat 2015 Cuma

Türkiye’de aileler çocuklarını malları gibi görüyor...

Çocukları eşcinsel olan anne ve babalarla Türkiye’deki aile algısını, alternatif aile deneyimlerini ve çocuklarının kendilerine açılmasıyla başlayan serüvenlerini konuştuk.









Bir yanıyla sıcak yuva, öte yanıyla istisnasız herkesin başının belası: Aile. Üzerine az konuşulan, sır içinde sırların dünyası aileyi; bu sırları yırtıp atan iki anne ve iki babayla konuştuk.

 
Bir yanda; oğlunun eşcinsel olduğunu yıllar önce öğrenen ve böylece belki de hayatlarının serüvenine yelken açanŞule ve Ömer; öte yanda ise bu gerçekle çok yeni yüzleşen Buzul ve Kaya.
 
Sığınak denen ailenin değişmesi, kan bağından öteye geçen dostluklar, oğlunun eşcinsel olduğunu ilk öğrendiğinde evdeki perdeleri kapatan bir anne, “En çok kimi düşündüm bilmiyorum” diyen bir baba, LGBT Aileleri İstanbul Grubu (LİSTAG) ile inşa edilen yeni dostluk ve aile bağları…
 

“Başka türlü bir aile mümkün”, diyenlerin çocuklarının cinsel yönelimiyle karşılaşmaları kadar; kendilerini sorgulama, aileyi yeniden inşa etme, özgürleşme yolunda adım atma hikayeleri…


Aile ne demek? Aile diyince aklınıza ne geliyor?
 
Buzul: İlk önce çekirdek ailem geliyor. Benim için vazgeçemediğim insanlardan oluşan; kendi istek ve hayallerimi de gerçekleştirmek istediğim. Daha özgür ve özerk bir ortam geliyor aklıma. Daha neşeli ve keyifli bir alan yaratmaktan bahsediyorum.
 
Kaya: Aileyi ben oğlumun bize eşcinsel olduğunu söylemesinden öncesi ve sonrası diye tanımlayabilirim. Öncesinde benim için orası bir sığınak ve kaleydi. Sadece kan bağıyla oluşan bir şey olarak görüyordum aileyi. Sonrasında ise ailenin kan bağıyla oluşmadığını fark ettim. Kafamdaki aile tanımı da değişiyor. Mutlaka kan bağıyla oluşması gerekmediğini fark ediyorum.
 
Oğlunuz size açıldığında ne hissettiniz? Sığınak ve kale dediğiniz aileye ne oldu?
 
Kaya: İlk duyduğumda ne hissettiğimi açıkçası çok bilmiyorum. Sanki büyük bir patlama oldu da; o şoktan ne yapacağımı bilemez haldeydim. En çok onu mu düşündüm yoksa kendimi ve eşimi mi düşündüm onu da bilmiyorum. Oğlumuz yurtdışında ve cinsel yöneliminin mektupla bize bildirdi. İlk okuduğumda eşim Buzul’a, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hayatımız artık başka bir faza geçti” dedim. Bundan sonra ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Oğlumuz bize mektupta LİSTAG ve Lambdaistanbul ile ilgili bilgiler vermişti. Eşim hemen telefona sarıldı. Benim ilk anda temel duygum ise çaresizlikti.
 
“İlk refleksim evdeki bütün perdeleri kapatmak oldu”
 
Buzul, LİSTAG’ı ilk arayan sendin. Telefonu açtın ve karşına birisi çıktı. Nasıl hissettin o ilk konuşmada?
 
Buzul: Ben çok şanslıyım ki ilk konuşmada çok sakin bir insan açtı telefonu. Duygusal açıdan bana benzeyen birisi vardı telefonda. Konuyu normal bir şekilde, sakin bir ses tonuyla anlatıyordu. Güven verdi bana. O gün hemen yüz yüze görüşmek istedim. Görmeliydim, yüz yüze göz göze olmalıydık. Oğlum bana ilk söylediğinde, öyle olduğunu zannettiğini düşünüyordum. Kafa karışıklığı gibi yorumladım.
 
O gün benim için çok zor bir gündü. Mektubu da ilk ben açtım. Telefonla da ben konuştum. Hatta oğlumla bir detayı da geçen gün konuştuk. Mektup mavi, süslü bir ambalajın içinde gelmişti. Ben de oğlumun yurtdışından doğum günüm için yazdığı bir kart olduğunu düşündüm ilk etapta. İlişkimizi de bir süredir rölantide tutuyordu zaten ve doğum günüm için yolladığını düşündüm. İlk okuduğumda evde yapayalnızdım. İlk tepkim tül perdeleri kapatmak oldu. Korkunç bir ağlama krizine girdim. Ondan sonra eşimin nasıl karşılayacağını çok kestiremedim. Onu düşünmeye başladım.
 
Eşimi telefonla aradım. Ne olduğunu çok ısrar edince; ben de telefonda söylemek durumunda kaldım. Sonrasında eşim eve gelip, kapıdan ağlayarak girince bende müthiş bir ayma oldu. Bir anda ondaki reaksiyonu görünce silkelendim, toparlandım. Eşimden de korktum. Tansiyonu ve kalbi var. Çok tuhaf bir ruh haliydi. Önce oğlanı düşündüm. Sonra kendimi. En son eşimi görünce, “Kendini hemen toparla, çocuğa da adama da lazımsın” diyerek toparlandım.
 
“Bugüne kadar nasıl kandırıldığımızı öğrendim”
 
Ömer ve Şule, bu süreçlerinizi siz birçok yerde anlattınız. O yüzden size, hayatınızda neyin değiştiğini sormak istiyorum. Oğlun eşcinsel olduğunu söyledikten sonra senin hayatında ne değişti Şule? Şule eski Şule olarak kaldı mı?
 
Şule: Şu anda çok farklı bir yerdeyim. En önemlisi de oğlumla ilişkim çok farklı bir boyuta taşındı. Her zaman çok iyiydik ama aramızda sırlar vardı. O bana açılamıyordu. Ben onunla ilgili bir şeyler biliyordum ama bilmemezlikten geliyordum. Kendimle yüzleşmiyordum. Sonrasında özgürleştim. LİSTAG’tan sonra, her yeni kişiyle konuşmamda üstümdeki yüklerin kalktığını gördüm.
 
Oğlum ve benle ilgili süreç dışında da hayatım çok değişti. Etrafıma daha dikkatli bakar oldum. İtilen, ötelenen, ayrımcılığa uğrayan ne kadar çok insan olduğunu gördüm. O güne kadarki korunaklı hayatımda onlara hiç yer yoktu. Varlıklarından bile şüpheliydim. Birileri bir yerlerde yaşıyordu ama nasıl yaşadıklarından habersizdim. Farklı insanların farklı görüşlerini öğrendim. Bizim bugüne kadar nasıl kandırılmış olduğumuzu gördüm. Özellikle Gezi direnişi ile birlikte medyanın ne kadar yalancı olduğunu gördüm. Benim parkta yaşadıklarımın nasıl çarpıtıldığına şahit oldum. O günden sonra artık televizyon izlememeye karar verdim. Önceden saf bir tarafım vardı inanıyordum. Koskoca televizyon yalan söyleyecek değildi ya?
 
Sen ne düşünüyorsun bu konuda Ömer?
 
Ömer: Öner bana açıldıktan sonra benle konuşmayı istedi ama ben hep kaçtım. O da ortalığa Kaos GL dergisi ve çeşitli makaleler bırakmaya başladı. Ben bunları okuduktan sonra oğlumla konuşmaya başladım. CETAD’a ilk gittiğimizde, “Ben kabullendim” diyordum ama röportaj veriyoruz, isimlerimiz değişik; fotoğraf vermekten çekiniyoruz. 2010 Kasım’ında fotoğraflı bir röportaj verdiğimizde anladım ki ben kabullenmemiş, sadece öğrenmişim. O günden sonra kabullenme sürecim başladı esas.
 
Her bireyin kendi hayatı kendisini ilgilendirir. Ben çocukluktan beri babama, okula, patronlarıma karşı geldim. Asi biriydim. Oğlumun bana açılmasını ve cinsel yönelimini de böyle değerlendirdim. Ben öğrendikçe, insanlara dokunmaya, onlarla temas kurmaya başladım. Dokunmak bana keyif vermeye başladı. Bir kişiye dahi yardımcı olmak muazzam bir keyif.
 
Bütün bu LİSTAG süreci ve yıllardır yaptığınız aktivizmle birlikte “aile” kavramı kafanızda değişti mi? Aile denildiğinde Ömer ve Şule’nin aklına ne geliyor? Kimler canlanıyor zihninizde?
 
Ömer: Benim için çok şey değişmedi ama düşüncelerimde değişiklikler oldu. Başka ailelere baktıkça, aile kavramını sorguladıkça Türkiye’de aile denen kurumunun çok büyük bir sorun olduğunu düşünmeye başladım. Daha geniş düşünmeye başladım. Türkiye’de aileler çocuklarını kendi malları gibi görüyor. Benim kişisel olarak çok da yaşamadığım bir durum ama aileler, “Onların iyiliği için yoksa yanlış yaparlar” diyerek karışıyor. Yahu senin yanlış yapmayacağını kim biliyor? Herkesin özgür birer birey olması ve kendi kararlarını vermeleri gerekiyor. Çocuğum bana sorarsa düşüncelerimi söylerim ama benim dediklerimi yapmak zorunda değil. Başka bir aile mümkün ancak bugünkü aile yapısı sağlıklı değil. Hem çocuklara hem aileye zararlı. Aile dediğin çıkar ilişkisine dayalı olmamalı. Çocuklara kişiliğini özgürce yaratabileceği ortam yaratmaktan öte bir şey yapmamalı anne babalar. Aile denen şey kan bağıyla filan da alakalı değil bence. Ben mesela bugün Öner’den, oğlumdan fazla LİSTAG ile görüşüyorum.
 
Eskiden sadece çocukların özgür olması gerektiğini düşünürdüm ama kadınlara yönelik şiddet ve baskıyı gördükçe buna kadınları da ekliyorum. Erkekler de yine özgürleşmeli. Aile denen kurumda erkeğe de çok fazla yük bindiriliyor. “Erkekler ağlamaz” deniyor mesela… Güçlü erkekler bekleniyor. Ne alakası var? Erkekler de duygusaldır, ağlar. Topyekun bütün bireyler özgürleşmeli.
 
Şule: Ben bildiğimiz anlamıyla, anne, baba ve çocuktan oluşan ailenin de önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Pek çok çocukla konuştuk ve aileye açılmak meselesinin çok önemli olduğunu gördüm. Birçok LGBTİ çocuk aileleri tarafından kabul görmek istiyor. “Başka bir aile mümkün” diyorlar bir yandan ama öte yandan aileye açılmak ve saygı görmek de istiyorlar.
 
“Ben de çocuğum gibi kendi aileme açılmak istiyorum”
 
Buzul, sen ne düşünüyorsun? Başka bir aile mümkün mü? Başka bir aile denen nasıl bir şey sence?
 
Buzul: Bu fikirler bende sürekli uçuşuyor. Henüz çok net bir şey söyleyemiyorum. Ama esas olan mutlu ve huzurlu bir yaşam. Mesela aile toplantılarına kardeşi ya da annesiyle gelen LGBTİ ebeveynlerine özendim. Bir tarafım, açılıp da kabul görmeyen çocuklar gibi kabul görmeyi bekliyor. Kendi anne ve babamın, çocuğumun cinsel yönelimini nasıl karşılayacaklarını merak ediyorum.
 
Çocuğun sana açıldı ve sen de şimdi eşcinsel bir çocuğun annesi olarak kendi ailene açılmak istiyorsun…
 
Buzul: Niye böyle bir şey istediğimi de soruyorum kendime. Eğer ki eşcinsel olmak cinsellikle ilgili bir şeyse; insanlar cinselliğini konuşmuyorsa niye eşcinselsen açıklamak durumunda kalasın? Aynı şekilde ben niye çocuğumun cinselliğini açıklamak zorunda kalayım? Ama ben eğer başıma bir şey gelirse, akrabalarıma da öğreteyim bir şeyler ki çocuklarımı hırpalamasınlar diye düşünüyorum. Yalancı oldum bu süreçte. Eğitimciyim ve okula “Benim Çocuğum” filmi geldi diye kendi düşüncelerimi anlatıyorum. Yavaş yavaş açılıyor gibiyiz. Bir yandan da neden hesap verir gibi yapıyorum diye de sorguluyorum. Sanırım eşcinsel çocukların yaşadıklarının çok benzerini yaşıyorum.
 
LİSTAG sayesinde gençlerle temas ettikten sonra başka başka aile tipleri ile karşılaştım. Gelen gençler sayesinde farklı aile şekillerini fark ediyorum. Köpeğinle de aile olabilirsin. Benim kafamda kendi anne babam yok oldu. Anne babam yine değerli ve kıymetli ama geçen Anneler Günü’nde bütün LİSTAG annelerini aradım. Oğluma ve onun arkadaşlarına bakıyorum, onların dünyaya bakışları beni de çok ileriye götürdü.
 
Babaya soralım bir de, oğlunun eşcinsel olduğunu elalem duysa ne der?
 
Kaya: Duygunun çok geride; rasyonelliğin çok önde olduğu bir insanım. Son zamanlarda aile ile ilgili bir hesaplaşma geçiyor aklımdan. Kendi anne, babam, akrabalarım nasıl bir refleks geliştirecek merak ediyorum. Bu yüzleşmeyi için için istiyorum. Bu şekilde ben de çevremi temizleyeceğim. Çocuğumu kabullenmeyen insanlardan sıyrılacağım. Bir gün oğlumuzla konuşup, “Herkes eteğindeki taşları döksün” misali açıklamak istiyorum. Pek çok kişiyi ikiyüzlü buluyorum.

*Kaos GL alıntı.

Rusya, LGBTİ aktivisti gazeteci Klimova’yı rahat bırakmalı!

Rusya’dan gazeteci ve LGBTİ aktivisti Elena Klimova, “geleneksel olmayan cinsel ilişkilerin propagandasını” yapmaktan suçlu bulundu ve para cezası ödemesine karar verildi. Uluslararası Af örgütü “Rusya, LGBTİ aktivisti Elena Klimova’yı rahat bırakmalı” diyerek imza kampanyası başlattı.

St Petersburg parlamento üyesi ve LGBTİ hakları karşıtı Vitaliy Milonov’un Elena Klimova’nın “eşcinsellik propagandası” suçundan yargılanması ve Çocuklar 404 sitesinin kapatılması için yaptığı başarısız girişimden neredeyse bir yıl sonra, Moskova Roskomnadzor Departmanı (resmi medya gözlemcisi) Elena hakkında yeni bir soruşturma başlattı.
 
Gözlemci, Kasım 2014 tarihinde, Çocuklar 404 hakkında 130 şikayet mektubu aldıklarını ve sitede yayımlanan bilgilerin “çocuklar üzerinde eşcinsellerin cesur, güçlü, kendine güvenli ve kendine saygısı olan bir insan olduğu algısı oluşturabildiğini” ve bunun da “geleneksel olmayan cinsel ilişkiye karşı olumlu bir yaklaşım” yaratabileceğini iddia ederek Mahkeme’ye başvurdu. İddialarını güçlendirmek için, hükümet destekçisi gençlik hareketiYoung Guard (Molodaia Gvardia) tarafından yürütülen Mediagvardia projesinin liderinden aldığı “tanık ifadesi”ni sundu. Mediagvardia üyeleri, hukuka aykırı gördükleri internet sitelerini ve sosyal iletişim ağlarındaki grupları tespit etmek ve bu sitelerin kapatılması için bunları Roskomnadzor’a ve Savcılık’a bildirmekle görevli.
 
LGBTİ gençleri destekleyen websitesi kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya
 
Roskomnazdor’un Elena Klimova ve Çocuklar 404’e karşı açtığı dava, 23 Ocak’ta Nizhnii Taghil şehrindeki Dzerzhinsky Bölge Mahkemesi’nde görüldü. Hakim, Elena Klimova’nın hasta olduğu için duruşmaya katılamayan avukatına rağmen duruşmayı ertelemeyi reddetti ve Elena’nın adil yargılanma hakkını ihlal etti. Hakim ayrıca Elena Klimova’nın Çocuklar 404 sitesinin içeriğine dair alternatif bilirkişi raporu talebini de yeni bir bilirkişi raporunun Elena için bir fark yaratmayacağını söyleyerek reddetti. Elena Klimova “çocuklar arasında geleneksel olmayan cinsel ilişki propagandası yapmak”tan suçlu bulundu ve Klimavo’ya 50.000 ruble (yaklaşık 740 Amerikan Doları) para cezası verildi. Elena, kararı temyiz etmeyi planlıyor. Bu sırada Mediagvardia, kendine zarar verme ve intihar etme riski olanlar da dahil, binlerce LGBTİ genci desteklemek için çok önemli bir kaynak haline gelen Çocuklar 404 sitesinin kapatılması için uğraşıyor.
 
Uluslararası Af Örgütü ise Rus yetkilileri, Çocuklar 404 sitesi ile bağlantılı olarak Elena Klimova hakkında başlatılan soruşturmalara ve site nedeniyle O’nu rahatsız etmeye derhal son vermeye, “Eşcinsellik propagandası yasası”nı değiştirmeye ve Rusya’daki herkesin ifade, toplantı ve örgütlenme özgürlüklerini tamamen güvence altına almaya çağırıyor.
 

4 Şubat 2015 Çarşamba

Benim güzelim duygularım başkasının ağzına düştüğünde çok çirkinleşiyordu !

TBMM’de LGBT’ler nefret söylemine karşı korunmuyor;

Meclis çatısı altında nefret söylemi ve ayrımcı ifadelerle mücadele "cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve cinsiyet ifadesi" ibarelerini kapsamazken, eşcinseller ile transların koruma dışı bırakıldığı ortaya çıktı
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesine yanıt geldi.

BMM Başkanlığı’na yöneltilen "TBMM’de nefret söyleminin ve ayrımcı ifadelerin kullanılmasının engellenmesine" ilişkin önergeyi, TBMM Başkanvekili Sadık Yakut yanıtladı.


AKP milletvekili Yakut yanıtında milletvekili dokunulmazlığına değindi, "Bununla birlikte, TBMM İçtüzüğü’ne göre Genel Kurul’da kaba ve yaralayıcı sözler söyleyen kimseyi Başkan’ın derhal uyaracağı, söyleminde ısrar etmesi durumunda kürsünden ayrılmaya davet edeceği, Başkan’ın gerekli görmesi halinde birleşimden çıkarabileceğini" anımsattı.


TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, Meclis çatısı altında nefret söylemi ve ayrımcı ifadelerle mücadeleye ilişkin Siyasi Etik Uzlaşma Komisyonu’nun 2012 Aralık’ında tamamlanmış ve Meclis Başkanlığı’na sunulmuş kanun teklifine dikkat çekti.

Siyasette açık, dürüst, hesap verebilir anlayışın yerleştirilmesi ve siyasi etik konusunun ayrıntılı olarak incelenip etik ilkelerin belirlenmesi amacıyla kurulan Komisyon’un kanun teklif taslağında "dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, yaş, bedensel, zihinsel ve ruhsal engeller ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilemez" ilkesine yer verildi. Korunan temeller arasında "cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve cinsiyet ifadesi" ibarelerinin yer almaması ve eşcinseller ile transların koruma dışı bırakılması dikkat çekti.    


Yakıt yanıtında ayrıca 24. Yasama Yılı 3. Yasama Dönemi’nde disiplin cezası işletilen milletvekillerini de paylaştı.

BMM Başkanlığı "milletvekillerinin, danışmanların, yasama uzmanlarının ve yardımcı personelin nefret söylemine karşı farkındalık düzeylerinin artırılmasına" ilişkin olarak ise TBMM’nin Etik Komisyonu’na işaret etti. 
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu önergesinde şunları sormuştu:
1 - Milletvekillerinin nefret söylemlerini (veya nefret söylemi olarak anlaşılması çok muhtemel söylemlerini) izleyen, değerlendiren ve analizler üzerinden gerekli adımları planlayan herhangi bir mekanizma öngörülmekte midir?
2 - Milletvekillerinin nefret söylemlerine veya ayrımcı ifadelerine karşı hangi yaptırımlar uygulanmaktadır, uygulanabilir?
3 - Geçtiğimiz yasama yılında nefret söylemi, ayrımcı ifade veya hakaret nedeni ile herhangi bir İçtüzük hükmü veya bir başka mevzuat uygulanmış mıdır; uygulandı ise, hangi durumlarda işletilmiştir? 
4 - TBMM Başkanlığı; milletvekillerinin, danışmanların ve parti grup yönetimlerinin nefret söylemine ve ayrımcı dile dair bilgi ve sorumluluk düzeylerini artıran herhangi bir çalışma planlanmakta mıdır?

Kimliğimi istiyorum;

Hâkimin yanlış kararı... Yargıtay’ın incelemeden onaması... Nüfus Müdürlüğü’nün itiraz etmemesi... Tüm sorumsuzlukların yükü yine bana yüklendi. Ben neden yeniden dava açayım? Bu yanlışı kim düzeltecek? 
Anam bacım; bu devlet ya da yargı dalga geçilesi bir karar verdi benim cinsiyet geçiş sürecinden sonra açtığım kimlik değişikliği dava kararına.
 
Cinsiyet değişikliği ameliyatından sonra Nüfus Müdürlüğü’ne dava açılır. Mahkeme başvuru dilekçesi özeti şöyle: “Müvekkil cinsiyet değişimi ameliyatı geçirmiştir. Erkek hanesinden kadın hanesine geçişine ve adının değişmesine. vs…” diye devam eder. Mahkeme de sizden rapor ister, kanıt ister. Benim dilekçemde de aynen bu şekilde yazıldı, istenen raporlar da sunuldu. Mahkeme karar verdi: “Sadece isim değişikliğine…
Hâkim nasıl buna karar verdi anlamak mümkün değil. Buna itiraz eden avukatlara hâkim, “yazılan bir karar, artık yapacağımız bir şey yok” demiş. Karar bir üst kurula gitti; sanırsam Yargıtay’a. Aynı şekilde itiraz etmeyen Yargıtay da onadı. Anam temyiz etsek yıllar alacak. Temyiz etmek istemedim ben. Zamanım yok. Yılardır uğraştırıyorlar sadece bir kâğıt parçası için. Yukarıda da yazdığım gibi en az iki yıl sürer temyiz işlemleri.
 
Gittim Nüfus Müdürlüğü’ne.. Karar sisteme düşmüş. Sadece adım değişmiş. Oradaki memura sordum, yapacağınız bir şey yok mudur diye… Adamcağız haklı olarak, aksini yaparsak suç işleriz dedi. Aldım mavi kimliği: Zeynep Esmeray
 
Böyle şeyler neden en çok beni bulur onu da anlayamadım. Yarım yamalak, bohça misali bir karar.
 
Buradan bu konuda yetkili herkese çağrımdır. VERECEĞİNİZ pembe bir kâğıt parçası. Lütfen ne ise, nasıl ise, verin artık. Delilim var, raporlarım var, daha ne istersiniz bilemedim.
 
Tüm olup bitenlerden sonra kafamı çok kurcalayan sorular doldurdu. Çok basit olan bu davayı bu şekilde onaylayan yargı sistemi acaba başka davalara ne kadar doğru kararlar verdi? Bundan sonra nasıl doğru kararlar verecekler, nasıl güvenelim şimdi yargı sistemine. Verdiğiniz bu yanlış kararın neden ceremesini ben çekeyim? BEN MAVİ KİMLİKLE GEZMEK İSTEMİYORUM.
 
Yeniden dava açılacak. Her şey sil baştan. Hâkimin yanlış kararı... Yargıtay’ın incelemeden onaması... Nüfus Müdürlüğü’nün itiraz etmemesi... Tüm sorumsuzlukların yükü yine bana yüklendi. Ben neden yeniden dava açayım? Bu yanlışı kim düzeltecek? En doğal hakkım olan kimliğimi kim verecek? Yanlış infaz misali, ipe götürme misali bir karar. Buna benzer çok kararlar da cabası. Ben kimliğimi istiyorum.

LGBT hakları veritabanı lgbthaklari.org açıldı;

Kaos GL Derneği’nin oluşturduğu veritabanı, LGBT’lerin insan haklarına ilişkin siyasî ve hukukî bağlamı ele alıyor.
 
Veritabanının, LGBT’lerin yanı sıra insan hakları ve demokrasi savunucularının, kamu yetkililerinin, yargı mensuplarının ve akademisyenlerin çalışmalarına yardımcı olması amaçlanıyor.
 
Ulusal ve uluslararası yayınlar lgbthaklari.org’da olacak
 
Lgbthaklari.org sitesinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliği ile ilgili siyasî ve hukukî belgeler, yayınlar, raporlar ve insan hakları mekanizmalarına dair temel bilgiler yer alacak.
 
Veritabanı, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, AGİT, OECD, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar ve insan hakları örgütlerinin yanı sıra ulusal yayınları da içerecek.
 
Siz de site içeriğinin güncelleştirilmesi ve veritabanında özellikle akademik yayınlara yer verilmesi için veritabani@lgbthaklari.org adresi üzerinden destek verebilirsiniz.

İsveç belediyesinden gökkuşağı havuzu;

Başkent Stockholm’ün banliyösü olan Sundbyberg belediyesine bağlı yüzme havuzu, yeni açtığı cinsiyetsiz soyunma odası ile İsveç LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) Hakları Federasyonu RFSL’den sertifika aldı.
 
Yüzme havuzunda “esnek oda”, LGBT eğitimi, gökkuşağı mozaiği...
 
Ülkenin LGBT sertifikalı ilk yüzme havuzundaki yeni soyunma odası, cinsiyet kimlikleri, engellilik durumları ya da dinî inançlarından ötürü kadın ve erkek soyunma odalarını kullanmak istemeyen kişiler için hazırladı.
 
Tek bir seferde yalnızca bir kişinin kullanabileceği yeni soyunma odasına “esnek oda” adı verildi. Çalışanlarının cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eğitimi aldığı yüzme havuzunun çocuk bölümünde gökkuşağı renkleriyle süslenmiş bir mozaik bulunuyor.
 
Belediye Başkanı kapsayıcılığı hedefliyor
 
Sundbyberg Belediye Başkanı Jonas Nygren, yeni projelerini “Bir sonraki adım kreş, yaşlı bakımı ve okulları nasıl daha kapsayıcı ve açık bir hale getireceğimiz olacak” sözleriyle duyurdu.  
 
Kapsayıcı havuzun açılışı, dans ve şarkılarla 31 Ocak’ta yapıldı.
 
RFSL, LGBT’lere iyi bir çalışma ortamı ve hizmet sunan işyerleri ve örgütlere 2008 yılından beri sertifika veriyor.

28 Ocak 2015 Çarşamba

Ban Ki-moon: Eşcinsellik karşıtı yasalar “hoşgörüsüzlüğü besliyor” ;

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, BM’nin kuruluşunun 70. yıldönümünde eşcinsellik karşıtı yasaların temel insan haklarını ihlal ettiğini yineledi.


Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de Birleşmiş Milletler’in 70. yıldönümü için düzenlenen etkinlikte konuşan BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, “yetişkinler arasında rızaya dayalı eşcinsel ilişkileri suç ilan eden yasalar temel haklar olan mahremiyet hakkı ve ayrımcılık görmeme hakkını ihlal ediyor,” dedi.
 
Genel Sekreter’in Yeni Delhi’deki açıklamaları Hindistan’ın eşcinsel toplumu için ayrı bir yerde duruyor. Zira ülkede Yargıtay’ın 2013 yılında verdiği kararla eşcinsel ilişkiler suç olarak kabul edildi. Böylece Delhi Yüksek Mahkemesi’nin 2009 yılındaki yetişkinler arasında rızaya dayalı eşcinsel ilişkilerin “gayri tabii” olmadığı yönündeki hükmü iptal edildi.
 
Birleşmiş Milletler ilk kez 2008 yılında LGBT’lere yönelik ayrımcılığı kınayan bir bildiri yayınladı. O tarihten bu yana homofobi ve transfobi karşıtlığını daha görünür kılan BM’nin Çocuklara Yardım Fonu UNICEF de, 20 Kasım Çocuk Hakları Günü öncesinde yayınladığı belgeyle çocukların ve ebeveynlerinin gerçek ya da algılanan cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliklerinin ayrımcılığa yol açmaması gerektiğinin altını çizdi. 

14 Ocak 2015 Çarşamba

Billur tv'de konu eşcinsellik;

Billur Kalkavan ve Buğra Bahadırlı’nın ortak projesi olan,  cinsel sağlık, ilişkiler ve astroloji konulu yayın yapan internet televizyonu billur.tv de eşcinsellik temalı programlar başlıyor. Bugün ilk kez yayınlanacak olan Eşcinsellik ve Astroloji programına konuk Oğuzhan Ceylan.


Link; http://www.billur.tv/index.php/astroloji/oguzhan-ceyhan/mediaitem/490-escinsellik-ve-astroloji

Glee'ye yeni eşcinsel futbolcu;

Ünlü müzikal dizi Glee’nin son sezonu hakkında dedikodular dinmiyor. Dizinin gelecek 6. ve final sezonunda eşcinsel bir Amerikan Futbolcusunu canlandıracağı konuşulan oyuncu Marshall Williams şimdiden Glee Fan’larının gözdesi olmuş durumda.




Yine RTÜK yine eşcinsellik cezası;

RTÜK iki kadının öpüştüğü klipte ‘eşcinsellik’, başka bir klipte de ‘şehvetli okşama’ var diyerek yayınlayan kanallara ceza kesti.







Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) eşcinselliğe dönük sansür uygulamalarına bir yenisi daha eklendi. RTÜK, ‘One More’ isimli şarkıya çekilen klipte yer alan iki kadının öpüşmesi nedeniyle Genç TV’ye 12 bin 353 TL, ‘Dont Stop The Party Ft’ isimli şarkının klibinde ‘şehvetli okşama’ olduğu gerekçesiyle de Power TV’ye uyarı cezası verdi.
 
RTÜK, Keçe’nin bilimsel olmadığı kanıtlanan görüşlerinden faydalandı!
 
Uzman raporlarında, “eşcinsel onarım terapileri” adı altında homofobik yaklaşımlarını sürdüren, bilim dünyası ve psikiyatri otoriteleri tarafından sıklıkla eleştirilen, etik kurallara aykırı davrandığı belirtilen Cem Keçe’den alıntı yapıldı.
 
RTÜK’ün “uzman görüşü” olarak daha önce Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından cezalandırılan Cem Keçe’yi tercih etmesi şaşırttı.
 
Keçe hakkında “uzman” ve/veya “terapist” olduğunu gösterir resmi onaylı bir belgesi olmamasına rağmen kendisini terapist ve eğitici gibi tanıttığı için ceza verilmişti. Yine Keçe’nin “Dr. Cem Keçe Modeli” diye ortaya attığı fikirlerin herhangi bir bilimsel dayanağı olmadığı ve etik kurallara aykırı olduğu belirtilmişti.
 
RTÜK’ün ceza gerekçeleri şöyle
 
Pitbull’un ‘Dont Stop The Party Ft’ klibi: “Pornografiye varan davranışların ve mimiklerin yoğun bir biçimde kullanıldığı görülmüştür. Kadın figürünün yarı çıplak olarak sunulan beden bölgelerinin yine şehvetli biçimde okşandığı görülmüştür.”
 
Eliphant’ın ‘One More’ klibi: “İki kadının öpüşme görüntülerine yer veriliyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Cem Keçe, ‘eşcinsellik olgusunun doğumsal olmadığı ve insanın doğasına aykırı, çoğu zaman ebeveyn hatası nedeniyle oluşan bir durum olduğu’ şeklindeki ifadesinden hareketle, bireylerin model alma yöntemiyle eşcinselliği televizyon aracılığıyla merak etmeleri söz konusudur.”
 

7 Ocak 2015 Çarşamba

(İnstagram)

İnstagramda daha fazla vakit geçiriyorsanız eğer; @cinsiyetsizask instagram hesabını takip edebilirsiniz.
Hesabın konsepti, lezbiyenler üzerinedir.













@lesbianfunhouse, çeşitli yarışmalarla göz önünde bulunmaya devam eden bir instagram hesabıdır.  Sadece lezbiyenler için değil aynı zamanda, trans kadınlar içinde düzenlenen çeşitli yarışmaları ve düzenlemeleri mevcuttur.














@boysonboysss, gayler için açılmış popüleritesi yüksek bir instagram hesabıdır. Genellikle gay couple ile ilgili fotoğrafları vardır.












6 Ocak 2015 Salı

Bir transseksüel arkadaşımızın daha 'cinayetine' şahit olduk..

İntihar öncesi veda mesajının yayınladığı Eylül isimli bir transseksüelin videosu paylaşımdaydı facebook sayfalarında. Mesajında, "Ben artık yapamıyorum, 24 yaşımı sonlandırıyorum.. Yapamadım, çalışamadım, bana çok engel oldular, mağdur ettiler.. Anne, köpeğimi sana emanet ediyorum. Onu kimseye verme. Çişini evin içine yapmıyor. Ona kızma. Bu, son video, son haykırış..." .Tabi mesajını göz yaşları içinde veriyor. Gazetelere bakıyorum... Evet, "Eylül Cansın isimli trans, bu sabah polisin ikna çabalarına rağmen boğaz köprüsünden atladı ve intihar etti." diyor. Haberden öğrendiğime göre, Eylül intihar etmeden önce videosunu facebook sayfasında paylaşmış.

 

Ne diyebilirim ki, ne denilebilir ki... Her eşcinsel veya transseksüel ölümünün ardında bir şeyler yaza yaza söyleyecek sözüm çoktan bitti. Bu bir intihar değildir, bu bir cinayettir dedik ve demeye de devam edeceğiz. Çünkü ötekileştirilmiş bir bireyin intiharının arkasında yatan toplumsal gerçekler vardır. Eylül de intihar videosunda söylüyor zaten. "Yapamadım, çalışamadım, engel oldular, mağdur ettiler..." diye.

 

Cinsiyetçi toplumun ayrımcılığından başka bir şey değil bu. Homofobiden, transfobiden başka bir şey değil bu intiharların sebebi. Bize insanca bir hayat sunuldu da biz mi yaşamak istemedik. Sebebi her ne olursa olsun, bu tür intiharların ucu heteroseksizme dayanmaktadır. Tabi bunu anlamayacak veya anlamak istemeyecek çoğunluğun egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü işlerine öyle gelmektedir.

 

Biliyorum hiçbir sebep bizi hayattan vazgeçirmemeli ama herkesin dayanma kat sayısı bir değildir, herkesin yaşadığı zorluklar bir değildir, yaşanılan ortam bir değildir... Şartlar eşit olsaydı, yani LGBTİ'lerin yaşama şartları heteroseksüellerle eşit olsaydı, eşcinsel ve transseksüel intiharları olmazdı. Bu intiharların sebebi eşitsizliktir, LGBTİ'lere haklarının teslim edilmemesindendir, devletin duyarsızlığındandır, bizleri korumamasındandır, bizleri yasal olarak tanımamasındandır.

 

Yarın sabah olacak ve hiç kimsenin umrunda olmayacak bu intihar. LGBTİ'lerin hakları için mekanizmayı devreye sokamayacak bu intihar. LGBTİ'ler toplu olarak intihar etse bile, heteroseksizmin umrunda olmaz çünkü. Daha "oh be, zahmetsizce kurtulduk" bile derler.

 

LGBTİ'lerin yapacağı tek şey var giden LGBTİ'lerin ruhlarına birazcık olsun saygıları varsa. Mücadele etmek. Görünür olmak. Hayatlarını yapılarına uygun yaşayarak dünyanın dengesini sağlamak. Çünkü görünür olmamak bizim yok olmamızı daha da kolaylaştırıyor. Gizli bir şekilde günü kurtararak yaşamak, yarınımızın garantisi değil.

 

Bu günlerde beni çok rahatsız eden bir söz var; "Her LGBTİ görünür olmak zorunda değil, her LGBTİ mücadele etmek zorunda değil". İnsan görünür olmazsa nasıl yaşayabilir ki. İnsan görünür olmazsa, onun yaşama hakkına nasıl saygı duyulur ki? Bu intiharların sebebi, temel sebebi, işte bu vurdumduymazlığımız, işte bu mücadelesizliğimiz, işte bu yarınımızı düşünmememiz. Tamam baş sorumlusu heteroseksist sistem ama biz de sessiz kalarak yok oluşumuza katkı sağlamış oluyoruz.

Eşcinsellik Tanrı'nın bir armağanıdır!

Bilindiği üzere dünyanın en büyük bilgisayar şirketlerinden birinin en üst yöneticisi olan Tim Cook eşcinsel olduğunu açıkladı. Aslında Tim Cook'un eşcinsel olduğunu herkes biliyordu; sadece dile getirdi, eşcinselliğinin arkasında durdu da diyebiliriz. Tabi gerçeklerden bihaber yaşanılan bir dünyada bilinmemesi de olağan bir şey. Hem koskoca bir yönetici eşcinsel olabilir mi değil mi? Eşcinselden olsa olsa seks işçisi olur, ayrıca da feminen- kadınsı falan olması gerekir! Gay Onur Yürüyüşlerine de eşcinsellere destek olmak için katılmıştır sadece!
 
Her neyse bu yönetici, "Eşcinsellik bana Tanrı'nın en büyük armağanı, gay olmaktan gurur duyuyorum" demiş. Niye demiş; eşcinsellerin cesaretlerini toplayıp açık eşcinsel olabilmeleri için. Ayyy! Şimdi bir çok erkeği eşcinselliğe özendirecek değil mi? Bir çok heteroseksüel erkek, eşcinsel olunca başarılı bir yönetici falan olacağını zanneder! Bunlar işin esprisi ama eşcinsellik karşıtlarının eşcinselliğe bakış açısı işte bu seviyede. Eşcinsellik özenilerek olunan bir şey homofobiklere göre. Komik bile değil aslında değil mi bu bakış açısı birazcık mantıklı düşündüğümüzde.
 
Peki "Tanrı"nın bir armağanı mıdır eşcinsellik? Bunu heteroseksist dünyada eşcinsel olmayanlara anlatamazsın ki. Heteroseksist bir dünyada da homofobiye maruz kalmamak için, eşcinseller de eşcinselliği Tanrı'nın bir armağanı olarak görmeyebilir. Eşcinselliği yüceltmenin de bir anlamı yok ama doğanın bir yapısı var ve bu yapıda eşcinsellik denilen bir cinsel yönelim de var. Evrende nefes alma hakkı sana da verilmişse bu bir hediyedir ve doğanın yapısına uygun varoluşun da bütünsel bir anlamı vardır. Herkes bütünün bir parçasıdır ve puzzel'ın bir parçası olabilmek de kişiye verilen bir hediyedir. O hediyeye sahip çıkmak da herkesin görevi olmalıdır. Zaten kişi yapısına uygun yaşamazsa ne varolabilir, ne mutlu olabilir, ne de çevresine faydalı olabilir. Heteroseksizme göre eşcinsellik belki normal bulunmayabilir ama o sadece heteroseksizme göre; eşcinsellik doğaya göre normaldir ve yaşamın bir tamamlayıcısı olduğu için normaldir, değerlidir. Ve kişinin kendisine göre bir hediyedir, gurur duyacağı kimliğinin bir parçasıdır. Çünkü insan yapısıyla varolabilir, o yapıyı hayata geçirirse mutlu olabilir. Belki de genel yapısına uygun cinsel kimlik eşcinsellik olduğu için eşcinseldir kişi; heteroseksüellik, bazı kişilerin genel yapısına ters düşüp içsel bir çatışma yaşamasına, dolayısıyla bu çatışmanın da dışarıya yansımasına sebep olabilir. Oysa kendisiyle barışan bir eşcinselin ne kendisiyle ne de çevresiyle bir çatışması vardır; sadece doğanın gerçeklerini anlamayan, anlamak istemeyen egemen sistemin bir nefreti vardır eşcinsellere karşı.
 
Peki eşcinselliğin artı özellikleri var mıdır? Bilmem; bunu düşünmek bile istemem. Herkes kendi çapında değerlidir, önemlidir. Artı özelliklerinden dolayı kimse ayrıcalıklı olmamalı. Herkesin her ne olursa olsun eşit yaşama hakkının olduğu kabul edilmeli. Heteroseksist bir dünyada homofobiye karşı eşcinseller daha hırs yapıp başarılı olabilir mi? Veya eşcinsellerin sanatçı olduğuna dair yaygın söylenişin aksine kendilerini ifade edebilmek için sanata yönelebilirler mi? Eşcinselliği yüceltmek, heteroseksüelliği ayrıclıklı görmek kadar sakıncalı bence. Herkes kendini hissettiği derecede iyi görür, mükemmel görür... Görmeli de kendine saygı duyması ve duydurması adına. Heteroseksüellik ne kadar abartılıyorsa, eşcinsellik de "kabul edilinceye kadar" bunun altında kalmamalı ki, eşcinseller kimlikleriyle barışabilsin. Tim Cook gibi örnekler, kendisinin de dediği gibi, umarım eşcinsellere ilham verir, cesaret verir de, onlar da açılabilirler eşcinselliğin normal karşılanması adına, utanmak yerine gurur duyarlar eşcinsellikleriyle. Zaten eşcinselsen eşcinelsindir. Utanınca ne değişecek ki? Ama gurur duyarsan, en azından kendini sever, kendinle barışık yaşarsın. Çevrenin eşcinselliğe karşı önyargısını da pekiştirmemiş olursun bu sayede.
 
Bakalım bizim başarılı ve ünlü eşcinseller ne zaman gurur duyacaklar eşcinellikleriyle?

1 Ocak 2015 Perşembe

Halil İbrahim Dinçdağ'a saygı ödülü verildi!;

Türkiye'de eşcinsel olduğu için hakemlik yaptırılmayan Trabzon Bölgesi eski hakemlerinden Halil İbrahim Dinçdağ'a Berlin'de 'Saygı ödülü' verildi. Dinçdağ'a ödülünü eşcinsel olduğunu yıllar önce deklare eden Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit verdi.

Nimbus Studio (1lovelesbian.blogspot.com kurucusu);

Mutlu yıllar, mutlu insanlar :)

2015'ten beklentilerinizin gerçek olması dilekleriyle, yeni bir yıla hoş geldik.


Bazılarınız, sadece yıl atladık diyor. En çokta insanlığın getirdiği rakam kavramı sayesinde. Ama şunu unutmayın, yeni bir yıl yeni bir sayfa demektir.



Bütün karamsarlıkları ve ön yargıları bırakıp, 2015in gelişinin tadını çıkaralım.


SİZİ SEVİYORUZ!